Bir mekandan çıkarken görüntülenen Defne Samyeli, Cem Yılmaz’ın kendisinden ayrılır ayrılmaz Serenay Sarıkaya ile aşk yaşaması hakkında konuştu. Gazetecilerin aldatma sorularına da samimi şekilde cevap veren Samyeli’nin açıklamasına sosyal medyadan destek mesajları yağdı.
Defne Samyeli’nin aldatıldım açıklamasıyla eski eşi Eren Talu’nun 2010 yılında Ayşe Arman’a verdiği röportajı tekrar gündem oldu!
İşte Eren Talu’nun ihaneti anlattığı röportajdan bir bölüm;
Peki sen işinle ilgili o krizleri yaşarken karının senden uzaklaştığını mı fark etmiyorsun…
– Önceleri etmedim. Ama tabii ilişkimiz, biraz arkadaş ilişkisi gibi olmuştu, seks pek yoktu, minimum bir ortak hayat. Yine de konduramıyorum. Benim karım güzel bir kadın. Ben onu televizyon dünyasında hiç rahatsız olmadan yüz tane herifin arasında bıraktım. O hep mesafe koymayı bilirdi. Hakikaten geçmişe dair, en ufak soru işareti bile yok aklımda. Brüksel’e bir medya konferansına gitmek istedi, “Tabii” dedim. Gitti. İşte ne olduysa o konferansta oldu. Richard Gizbert denilen o adamla tanışıyor. Adam, El Cezire televizyonunun Uğur Dündar’ı. Evli. Bilinen, tanınan biri. Karısı var, hayır işleriyle uğraşıyor, çok saygın bir kişilik. Londra’da yaşıyorlar. Richard o toplantıda moderatör. Bizimki de olgun erkeklerden hoşlanıyor…
Ama senin hiçbir şeyden haberin yok…
– Yok hayır. Sadece sabahlara kadar bilgisayar başında, yatağa 5’te geliyor. Adamla chat’leşiyorlarmış. Bir akşam çalışma odasına girdim, baktım internette, beni görünce apar topar bilgisayarı kapattı. Tam o sırada Blackberry’sine mesaj geldi, hem bilgisayara hem telefona aynı anda geliyor ya… Masadaki cep telefonunu elime aldım, koştu, elimden kaptı. Adamdan gelen mesajı görmemi istemiyor. Sildi mesajı. “Kimden?” dedim. O anda bir senaryo yazıverdi. Amerikan Konsolosu’nun evinde bir davet varmış, ben yoktum, orada Avusturalya Konsolosluğu’nda çalışan bir adamla tanışmış, adam buna ilgi duymuş, bizimki de adamın maillerine yanıt vermiş, küçük tehlikesiz bir flörtmüş ama ben tanık olduğum için de çok utanmış… Ben de yedim. Belki de yemek istedim. Fakat içime bir şüphe de düştü…
Madem inandın sonra şüphe nasıl başladı?
– Ya kaybedersem, ya biri varsa gerçekten hayatında gibi şeyler geçmeye başladı beynimden. Zaten iş açısından batmış bir vaziyetteyim, bir de evliliğim gümbürtüye gidecek! Ve kesinlikle onu kaybetmek istemiyorum. Hemen toparlamaya çalıştım. “Gel seninle kaçamak yapalım” dedim Defne’ye, “Aramızdaki sorunları konuşalım, ben seni çok ihmal ettim…” Bir butik otele gittik, ilanı aşklar, güller, onu etkilemek için elimden geleni yapıyorum. Arada da “Kim bu adam ya” diye soruyorum. Hep şahane hikayeler yazıyor. İçimden “Avusturalya Konsolosluğu’ndan araştırayım şu adamı” diyorum, aklınca hedef şaşırtıyor. Sonra, “Benim Doha’ya konferansa gitmem gerekiyor” dedi. Adam çağırıyor… Tutturdum, “Ben de geleceğim” diye…
Gittin mi?
– Evet. O hiç istemedi ama sonunda kabul etmek zorunda kaldı. Bana “Sen modern otel seversin, W’da kalalım” dedi. “Tamam” dedim ama konferans Sheraton’da. Meğer o esnada karım, frenleri iptal etmiş, yeni bir aşka yelken açmış. Adamla buluşacaklar. Ve sakın yanlış anlama. Benim itirazım neden bunu yaptı diye değil, her boku ben yapmış gibi duruyorum, buna bozuluyorum. Ben hem çapkın oldum, hem salak. Bir de işler iyice zıvanadan çıktı, 5 yıl hapsim istendi, ne yapmışım ya…
“Defne’nin sesi hep ekolu, meğer adamın odasındaki banyodan konuşuyormuş”
O adamın Avusturalya Konsolosluğu’nda çalışmadığını Doha’da mı öğrendin?
– Yok hayır, Doha’da hâlâ kek durumdayım. Sabah süslenip püslenip konferansa diye çıkıyor, meğer adamın Sheraton’daki odasına gidiyormuş. Aşıklar orada buluşurken, benim içim içimi yiyor, bir şey var ama anlayamıyorum. Artık üzerimde nasıl bir baskı kurmuşsa işim gücüm yok ama Sherton’a gidemiyorum. İki de bir arıyorum, telefonu çalıyor, açan yok, sonra açılıyor Defne “Ne oldu, neden arıyorsun?” diyor. Nedense Defne’nin sesi hep ekolu, meğer adamın odasındaki banyodan konuşuyormuş…
E konferans?
– Bir iki kere belki katılmıştır. İşin içinde mesleki hırslar da var, adam başarılı bir televizyoncu, mutlaka “CNN’de çalışmana yardımcı olabilirim” filan demiştir. Defne çok hırslıdır. Ben de ona hep destek oldum. Bu, bir ekip işi. Ben kendi açımdan kabul ediyorum bu evlilikle nereden nereye geldiğimi ama benzer şeyler Defne için de geçerli. Ben o arada hala Avusturalya Konsolosluğu’nda çalıştığını zannettiğim rakibimle psikolojik savaş halindeyim. Aslına bakarsan o Richard kim neyin nesi hala bilmiyordum. Adam benim zannettiğim biri gibi de çıkmadı, bambaşka bir yerden girmiş: Yok efendim ikisi “ruh ikiz”i çıkmışlar, geçmiş hayatlarında birliktelermiş. Yani ne yaparsan yap, boşa kürek çekme durumu var. Bu arada Defne, Galll Sassoun’la olan biteni paylaşıyor.
Kiminle?
– Los Angeles’lı astrolog. Bizimki sürekli onunla telefonda. Madonna’nın da üye olduğu bir şey. Ben de gittim adama. Owo’ya geliyordu Defne orada tanıştı, ahbap oldu.
Ne soruyor ona?
– Hayatını soruyor. “Eren’in sana altı ay izin vermesi lazım ama vermeyecek biliyorum” diyor. Çünkü alaturka bir herifmişim. O zamana kadar olan sevişmelerini affedebilirdim ama altı ay daha izin veremedim!
Peki sen Doha’da Defne’nin onunla buluştuğunu, onun odasına gittiğini, o adamın Richard Gizbert olduğunu nereden biliyorsun?
– Defne kendisi anlattı. Ben Doha’dan Dubai’ye geçtim, o da geldi. Ağlayarak ayrılmışlar. Zaten havaalanından bir saatte çıkamadı, herkes çıktı Defne yok. Adamla tuvalette telefonda konuşuyormuş.
“İnkar edecek hali kalmadı”
Peki nasıl her şeyi itiraf etti?
– Votkanın gözünü seveyim! İki şişe votka içtik, birbirimize her şeyi anlattık. Seviştik de. Ama daha önce dedi ki, “Benden şüpheleniyorsun, al bak telefonumu hiçbir şey yok.” Verdi telefonu. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama sildiğini zannetmiş fakat her şey içinde. Bütün mailler, SMS’ler. Karımın çeşitli fotoğraflarını görüyorum, kendi kendine çekmiş, hiç tanımadığım bir adama göndermiş. Beynimden vurulmuşa döndüm. “Bu ne ya?” dedim. Gerisi, çorap söküğü gibi geldi. Artık inkar edecek hali kalmadı. Zaten ben anlamalıydım, daha güzel olmaya çalışıyordu, memelerine falan bir şeyler yaptırıyordu, “Zaten güzelsin, kimin için daha güzel olmaya çalışıyorsun?” diyorum.
Ne yaptın peki öğrenince?
– Bir kere 50 derece sıcak ve iki şişe votka içmişiz, yürüyecek halimiz kalmamış. Ne kadar detay varsa ilişkilerinde hepsini anlattı. Meğer adamın dedesi Büyükadalıymış, gelmeye kalkmış, bizimki otel ayarlamış, benden korkusundan gelmemiş…
O arada sen neler itiraf ettin?
– Ben de karıştırdığım haltları anlattım. “Ama duygusal bir şeyim olmadı” dedim. Benim itiraflarımda aşk yoktu. “Gel” dedim, “Tüm bunları doğuran sebepleri konuşalım, ailemizi yıkmayalım…”
Sen karının GYM’e gitmesini bile kıskanan adamsın, bu kadar sakin reaksiyon vermiş olamazsın…
– Valla öyle bir saplantım var. Evlenirken tek ricam, spor salonlarından ve özel hocalardan uzak durmasıydı. Biz de biraz bu işleri biliyoruz, temas memas derken başka şey işin içine. Karıma güvenmediğimden değil, karşı tarafın böyle bir heyecan duymasını istemem. Ama iş yemeği, gecelere kadar çalışmalar, kurslar, seminerler hiç itirazım olmadı.
Peki öğrendin de ne oldu?
– “Vayyy demek bunu da yaptın ha!” filan moduna hiç giremedim. Onu kaybetmek istemediğimi anladım.
O yüzden mi boşanmak istemedin…
– Evet. “Sen benim yediğim haltları unut, ben seninkini, devam edelim” dedim.
Peki telefon dinletme filan…
– Yok ya, ben Türkiye’ye döndükten sonra neler olup bittiğini anlayabilmek için böyle bir şey söyledim. “Yine mi konuştun adamla, bak seni dinletiyorum” dedim. O da darmadağın olduğu için yedi. Telefon dinlemek iki şekilde oluyor: Ya Turkcell vasıtasıyla, o hemen anlaşılan bir şey. Ya da içine bir şey yerleştiriyorsun, Defne de öyle zannettiği için telefonu mahkemeye delil olarak sundu.
İçine bir şey konmadı mı yani?
– Hayır canım.
O niye öyle söylüyor?
– Çünkü benim söylediğime inandı. Ben de mahkemeye, “Sevgilisiyle bu telefonda mailleşiyor, kayıtlar bunun içinde” dedim.