Bölgede devam eden petrol ve gaz arama faaliyetleri çerçevesinde, MTA Oruç Reis sismik araştırma gemisinin 21 Temmuz’da yeni bir faaliyette bulunacağının duyurulması, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye’yi gözardı ederek yapılan deniz sınırını belirleme ve arama çalışmalarıyla derinleşen sorunları yeniden gündeme getirdi.
Uzmanlar, Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’de yürüttüğü hidrokarbon arama faaliyetlerinin uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde yürütüldüğünü ve kıta sahanlığının belirlenmesi konusunda ise ana karanın esas olduğunu belirtiyor.
Enerji Hukuku Araştırma Enstitüsü Başkanı Av. Süleyman Boşça, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, kıyı devletlerin kıta sahanlığı üzerindeki haklarının, fiilen ve başlangıçtan beri var olan doğal bir hak olduğunu ve bu hakların ilan edilmesine gerek olmadığını ifade etti.
Boşça, uluslararası sözleşmeler gereğince bir kıyı ülkesinin esas çizgiden itibaren 200 millik bir kıta sahanlığına sahip olduğunu anımsattı.
Uluslararası deniz hukukuna göre, kıta sahanlığı konusundaki tartışmalarda, deniz yetki alanının sınırlandırılmasına ilişkin ikili anlaşmalar ve uluslararası teamüllerin temel alındığını vurgulayan Boşça, şunları kaydetti:
“Yunanistan ile İtalya arasındaki Haziran 2020’de imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması’nda ana karaların esas alınması, zımni olarak Yunanistan’ın adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge haklarının bulunmadığını kabul etmesi anlamına gelmektedir. Mevcut durumda Yunanistan’a ait adalar, Türkiye’nin doğal uzantısı üzerinde olduğundan bu adalar uluslararası teamüller gereği kıta sahanlığı kapsamında değerlendirilemez. Uluslararası Adalet Divanı kararlarında da kıta sahanlığı belirlemesinin ‘hakça ilkeler’ çerçevesinde yapılması gerektiği ifade edildiğinden, söz konusu adaların Yunanistan’ın kıta sahanlığı içinde değerlendirilmesi bahsedilen hakça ilkelere de aykırı olacaktır. Öte yandan bu yaklaşım, Lozan Anlaşması’nda öngörülmüş olan Türkiye ve Yunanistan’ın Ege Denizi’nden eşit olarak faydalanması kuralına da aykırı olacaktır.”
Boşça, Türkiye’nin Libya ile yaptığı Deniz Yetki Alanı Sınırlandırma Anlaşması sonrasında 27 Şubat’ta Birleşmiş Milletler’e (BM) kıta sahanlığına ilişkin coğrafi koordinatları ilettiğini de anımsatarak, “Söz konusu koordinatlar, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına verilmiş olan 7 ilave petrol sahası ruhsat bölgesi içinde faaliyet gösteren Oruç Reis gemisinin araştırma yaptığı alanı da içine almaktadır. Uluslararası sözleşmeler ve uluslararası yapılageliş kuralları çerçevesinde ülkemizin tasarrufunda herhangi bir hukuka aykırılık olmayıp, Yunanistan’ın tepkisi uluslararası hukuka aykırıdır.” diye konuştu.
“Yunanistan BMDHS’ye aykırı davranıyor”
İzmir Ekonomi Üniversitesi Sürdürülebilir Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Efe Biresselioğlu da MTA Oruç Reis sismik araştırma gemisinin bulunduğu alanın BM kıta sahanlığı sınırları çerçevesinde Yunanistan’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi’ni ihlal etmediğini belirtti.
Biresselioğlu, Yunanistan’ın adaları öne sürerek yaptığı kıta sahanlığı açıklamalarının uluslararası hukukta karşılığı bulunmadığını vurgulayarak, “Yunanistan, taraf olduğu Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) gereği, ‘hakça paylaşım’ ilkesini uygulamakla yükümlüdür. Bu ilkenin uygulanmasında adaların ana karalara olan uzaklığı, büyüklüğü ve cephelerinin uzunluğu belirleyici olmaktadır. Oruç Reis gemisinin Meis Adası açıklarında bulunan deniz alanının Yunanistan’a olan uzaklığı 580 kilometre iken Türkiye’ye olan uzaklığı sadece 2 kilometredir. Yunanistan’ın on binlerce kilometrekareyi kapsayan bir kıta sahanlığı iddiası kendisinin taraf olduğu BMDHS’nin ‘hakça paylaşım’ ilkesine tamamıyla aykırıdır.” değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye’nin bu konuda tezinde haklı olduğunu ifade eden Biresselioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“BMDHS’nin 300. maddesi tarafların anlaşmadan doğan sorumluluklarını iyi niyet ilkesini göz önünde bulundurarak yerine getirmesinin gerekliliğini ve yine sözleşmeden kaynaklı hak ve özgürlüklerini, hakların suistimaline mahal vermeyecek şekilde kullanabileceğini belirtmektedir. Bu doğrultuda, Türkiye ana karasına yakın olan adalar üzerinden çizilen sınırlar BMDHS’nin 300. maddesi ile karşıtlık göstermekte olup, iyi niyet çerçevesinde değerlendirilmesi ve Türkiye tarafından da kabul edilmesi mümkün değildir.”
“Hukuken haklı olan devlet Türkiye”
Türkiye Enerji Stratejileri ve Politikaları Araştırma Merkezi (TESPAM) Başkanı Oğuzhan Akyener ise ana karadan çok uzakta olan adacıklar ile kıta sahanlığı belirlenmesinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu söyledi.
Kıta sahanlığı sınırlandırmasında cephe uzunlukları, ana karaya mesafe ve konumun asıl kriterler olduğuna işaret eden Akyener, “Bu bağlamda uluslararası hukuka göre Yunan tarafının iddiaları sıfır etkiye sahiptir.” dedi.
Akyener, bu nedenle ilgili adalar etrafında bir kıta sahanlığı iddiasında bulunmanın kesinlikle tutarlı olmadığını vurgulayarak, şunları kaydetti:
“Yunanistan-İtalya, İngiltere-Fransa, Nikaragua-Kolombiya, Libya-Malta, Tunus-İtalya, Papua Yeni Gine-Avustralya gibi bu minvalde birçok uluslararası hukuka dayanan anlaşma ve karar mevcuttur. Türkiye, ortaya koyduğu haklı iddialarını bu gibi anlaşmalara da dayandırmakta ve desteklemektedir. BM nezdinde de gerekli girişim ve deklarasyonları yapmıştır. Bu bağlamda hidrokarbon arama hakları dahilinde Anadolu’ya 2 kilometre mesafede olan bir alanda arama yapma gayesiyle bir NAVTEX yayınlanmıştır. Türkiye’nin bu hamlesi karşısında Yunanistan rahatsızlık duysa da ne hukuken ne askeri anlamda, ne ekonomik ne de siyasi bağlamda yapabileceği bir şey yoktur. Türkiye haklarından kesinlikle taviz vermeyeceği gibi Libya gibi komşularının haklarının yenmesine de müsaade etmeyecektir. Bölgede her anlamda en güçlü ve hukuken haklı olan devlet Türkiye’dir.”