Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Bosna-Hersek dönüşünde uçakta soruları yanıtladı. Erdoğan, Ak Parti’den 18 yıl sonra istifa ederek yeni parti kurma hazırlıklarını hızlandıran Ali Babacan ve onunla birlikte hareket eden 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na kırgın olduğunu söyledi. ‘Biz baldıran zehrini içerek hep sabrettik ve aleyhte herhangi bir şey konuşmadık’ dedi. Erdoğan’ın uçakta gündemle ilgili söyledikleri şöyle:
S-400’LER ACİL DURUMLARDA MI KULLANILACAK?
Öncelikle bir defa ortak üretim noktasında bizim Rusya ile sıkıntımız yok ve Sayın Putin ile bu işi ilk görüşmeye başladığımız andan itibaren bu konuda mutabakatımız var. Ortak üretime de inşallah geçeceğiz. Herhangi bir sıkıntı yok. Bu spekülasyonlar maalesef bizim S400 alımından vazgeçmemizi isteyenlerin ileri sürdüğü bir tezdir. Bundan vazgeçin diyorlar, böyle bir şey söz konusu değil. Diğer soruya gelince; böyle bir alım veya böyle bir yatırım niye yapılır? Bize nerede, nasıl gerekli olursa biz de bunu tabi ki aynı şekilde kullanma imkanına, hakkına sahip olacağız. Bu bir hava savunma sistemi. Böyle olduğuna göre, eğer birileri bize bir saldırı yaparsa bu saldırı karşısında biz de bu savunma sistemimizi devreye sokacağız. Böyle bir yatırıma bunun için giriyoruz. Biz şu ana kadar en idealini yakalayabilmek için -kendimiz bir defa çalışmalarımızı yapıyoruz o ayrı- ama bir de Patriotlarla ilgili çalışmamızı Obama döneminde başlattık. Fakat Sayın Obama maalesef bize hep ‘Kongre izin vermiyor’ dedi. ‘Kongre izin vermiyor’ diye diye bu döneme geldik. Şimdi Sayın Trump bunu bildiği için buradan hareketle haklılığımızı teslim etti ve ‘Bunların hepsi Obama’nın yanlışları’ dedi. Çok da ağır ifadeler kullanıyor ve ‘Haklısın’ dedi. En sonunda hakkımızı teslim etti ve bütün medyanın önünde de kendi mesai arkadaşlarına da bunu söyledi. Patriot olayı bundan dolayı ilerlemedi ki Sayın Trump’ın döneminde de bu iş sarktı. Burada da yine ‘tamam verdik, veriyoruz’ diyemedi. Bize mesela şimdi de uygun şartlarda böyle bir şeyi vermeye kalksaydılar biz Patriot da alabiliriz, çeşitlendirebiliriz ama burada kazan-kazan esasına göre hareket edeceksek… Tabi ki Türkiye de kendi ülkesinin güvenliği ve ülkemizin güvenliğinin ötesinde hele hele bir de bunu pazar olmak anlayışıyla değil, üretir hale gelebilmek anlayışıyla da başından beri adımlarımızı attık. Şu anda da S400 konusunu Sayın Putin ile her görüştüğümüzde ‘Başından itibaren nasıl anlaştıysak öyle devam edecektir’ demiştir.
DOĞU AKDENİZ’DE KISA, ORTA, UZUN VADEDE STRATEJİMİZ NEDİR?
Şu an zaten süreç başladı. Bir taraftan bölgede arama çalışmalarımız devam ediyor, bir taraftan sondaj gemlerimiz bölgeye yönlendirildi. Gerek Fatih gerek Yavuz şu anda bölgede onlar da çalışmalarına başlayacak. Biz oralarda birilerinin alanı üzerinde çalışma gayreti içinde değiliz. Orada özellikle de Kuzey Kıbrıs’taki Türk kardeşlerimizin hakları neyse bu hakları savunmak üzere adımımızı atıyoruz. Oradaki tüm alanların hepsinde Kıbrıs’ta yaşayan insanların hakkı var. Bu hak nedir? Hepsi oradan çıkan nema, ister su ürünleri olsun ister petrol olsun, bunlar üzerinde eşit oranda hak sahibidirler ve biz onların bu hakkını korumak için çalışıyoruz.
AB İLE GÖÇMENLER İÇİN YENİ MÜZAKERE OLUR MU?
Şu anda AB’de zaten yönetimler değişti. İşbaşı yaptıkları andan itibaren yeni yönetimlerin yaklaşımı nasıl olacak göreceğiz. Bu konu ile ilgili olarak Dışişleri Bakanımızın orayla münasebetleri önem arz ediyor. Verilen söz 3 artı 3 milyar avroydu. Süreler geçti. Uluslararası kuruluşlar aracılığıyla AFAD ve Kızılay’a verilen 2 milyar 250 milyon avro para var. Bizim yaptığımız harcama 37 milyar dolar. Böyle bir tablo var. Bunu kimle konuşursak AB ülkelerinin hepsi ‘Sizin bu yaptıklarınız hiçbir şeyle mukayese edilemez, gerçekten siz dünyada örneği olmayan işler başardınız’ diyor. İyi güzel ama biz 37 milyar dolar harcama yaptık. Hiçbiriniz taşın altına elinizi sokmuyorsunuz. İkili görüşmelerde farklı, sırtımızı dönünce farklı konuşuyorsunuz. Şu anda biz yine bir taraftan Dışişleri Bakanlığımız aracılığıyla yakın markajımızı devam ettireceğiz. Netice alırız almayız o ayrı mesele. En son G20 Zirvesi’nde gündeme getirdiğimiz konu şuydu: Suriye’nin kuzeyindeki koridor meselesi var. Sayın Trump ve Sayın Putin başta olmak üzere görüşmelerimizde kendilerine şunu söyledik: ‘Bu terör koridorunu bir barış koridoru haline getirmeliyiz.’ Yani çadırlarda, konteyner kentlerde kalan mültecileri buralarda yapacağımız konutlara taşıyabiliriz. Biz burada inşaatına girebiliriz ama sizler de bu konuda mali desteği verecek olursanız… Burası aynı zamanda güvenli bölge olmuş olur. Burada 40 km bir derinlikten bahsettik. Yeter ki burada hava noktasından işin korunması, lojistik destek konusu, bunların halledilmesi; öbür taraftan da bu konutlarını yapımı… Burada iki şey yapılabilir. Bu konutlar belli ölçülerde olabilir. Mesela onların yerel mimarisiyle yapılmış 500 metrekarelik bahçeli konutlar olabilir veya normal konut olur ama ortak kullanım alanı olarak tarıma ve hayvancılığa yönelik adımlar atılabilir ki bu insanlar balık tutmayı zaten bilen insanlar aslında. Böylece bu insanlar tekrar kendi topraklarında süratle asıllarına dönebilirler. Hastanesiydi, okullarıydı bunların hepsini yapmak suretiyle, nasıl Cerablus’a 330 bin kişi döndüyse, şimdi Afrin’de bu tür dönüşler var. Aynı şeyi buralarda yapmak suretiyle bir an önce bunu başlatalım diyoruz ama hiçbiri iyi niyet ifadelerinden öteye gitmiyorlar. Biz de şu anda bu işin propagandasını onlara karşı yapıyoruz, süreci de takip ediyoruz.
PARLAMENTER SİSTEME GEÇİŞ TARTIŞMASI
Bu konuyla ilgili biz referandum yaptık. Bu referandumla beraber yeni yönetim sistemine geçtik. Bu parlamentoda verilen bir karar değil, halka gidilerek verilen bir karar ve halkımız bu işe yüzde 52’nin üzerinde evet demek suretiyle kararı verdi. Şimdi bununla birlikte çok farklı sürece başlatmış olduk. Bu süreçte de tabi ki eksiklikler olabilir ama parlamenter demokrasi olarak gelen sürecin içinde bu ülkenin neler çektiğini, ne bedeller ödediğini de biliyoruz. Bu ülkede 8 ayda bir hükümetlerin değiştiği dönemler oldu. Artık biz bunları yaşamak istemiyoruz. Çok daha seri kararların alınabildiği, çok daha seri adımların atılabildiği bir dönem ve uluslararası alanda da güven telkin eden bir yapıyı istiyoruz. Nitekim şu anda senei devriyesindeyiz, daha bir yıl oldu ve konuyla ilgili çalışmalarımızı kararlı şekilde sürdüreceğiz. Sayın Kılıçdaroğlu her şeyden önce yenile yenile doymayan pehlivan gibi bir durumun içerisinde. Eğer bir demokratsa milletin verdiği bir karara saygı duyması lazım. Bu iş bitti. Biz kalkıp da ayda bir, senede bir referanduma gidemeyiz. Referandumun farklı alanlarda sık sık yapıldığı ülkeler var. Örneğin İsviçre öyle şeyler oluyor ki bakıyorsunuz bir şehirde herhangi bir konuda referanduma gidiyor ama bunlar anlık, günlük meseleler. Burada bir ülkenin yeni yönetim sistemini halka soruyorsunuz ve halk bir karar ortaya koymak suretiyle tavrını belirliyor. Şimdi şöyle bir yürüyelim, bakalım nasıl netice alıyoruz, bunları görelim. İki kavram çok önemli; güven ve istikrar ama şimdi Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu yaklaşımı güveni de ve istikrarı da tehdit ediyor. Onlar buna yardımcı olsunlar. Partili cumhurbaşkanı da zaten yeni yönetim sisteminin içinde olan ifade. Bu bizim gökten zembille indirdiğimiz bir ifade değil. Bu da bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımda da cumhurbaşkanının aynı zamanda partisinin başında olması mümkündür. Biliyorsunuz bu ülkede CHP’li il başkanlarının valilik yaptığı dönemler olmuştur. Onun bununla benzer hiçbir yanı yok. Bunu halka götürüyorsun. Orada CHP’nin il başkanının o ilin valisi olması ise bir dayatmadır. Bu ülke bunları da yaşadı.
YÜZDE 50+1 REVİZE EDİLİR Mİ?
Şu anda böyle bir şey söz konusu değil. Bizdeki yapıda ittifaklar oluşturuldu. Bu ittifaklar oluştuğu için belediye başkanlıklarında yüzde 50 artı 1 söz konusu olmuyor. Burada en fazla oyu alan seçimi kazanmış oluyor. Bizim şu anda gündemimizde böyle bir şey yok. Belki bu konuda geçmişe yönelik bazı değerlendirmeler yapılabilir. Bu konuda ittifakların oluşumu bundan sonraki süreçte nasıl olur; belki bunun üzerine değerlendirmeler yapılabilir ama bu tabi her partinin masaya yatırıp üzerine çalışacağı konulardır.
ALİ BABACAN’IN KURACAĞI PARTİ SİZİ NASIL ETKİLER?
Benimle randevu talebi neticesinde bir görüşmesi oldu. Bu görüşmesinde de kendisi ‘Şu seçimden sonra istifamı vereceğim. Çünkü partiye karşı olan aidiyet duygularımı kaybetmeye başladım’ dedi. ‘Nedir aidiyet duygularınızı kaybetme gerekçeleriniz?’ deyince de ‘Ülkedeki ekonomik durumlar gibi şeyler söyledi. Şu an tabi istifa mektubunu görmediğim için bilemiyorum ama bana da o gün bir mektup vermişti. O mektuptaki metin bu. İşte ‘Kurucu üyesi olduğum AK Parti’den bu safhada aidiyet duygularımın kaybolmaya başladığını görüyorum ve bundan dolayı da ayrılma kararı veriyorum’ şeklindeydi. Tabi kendisiyle birçok şey konuştuk. Birçok insanla görüştüklerini, çeşitli görüşmelerle bazı adımlar attıklarını anlattı. Ben kendisine ‘Parti mi kuracaksınız?’ dedim. ‘Şu anda düşünmüyoruz ama bir platform olarak çalışıyoruz’ dedi. Dedim ki ‘Bak Ali Bey, eğer senin bu kabineye katkı verme noktasında yaptığınız çalışmalar varsa, vereceğiz bilgiler varsa biz bunlardan istifade ederiz. Malum ben sana partide danışmanlık teklif ettim, kabul etmedin.’ Daha ileri gidiyorum; Özbekistan Başkanı benden orada devletin yapılanmasında eleman istedi. Ali Bey’i teklif ettim. Kendisine de söyledim. Maalesef oraya da evet demedi. Bizim dava arkadaşlığımızda bir şey var. Dava terk edilmez. Burada sonuna kadar hizmet söz konusudur. Ali Bey, AK Parti içinde belki de Türkiye’de en genç yaşta bakanlık görevlerine gelen birisidir. Ondan sonraki her dönemde de kendisini bakan yaptık. Anlaştığımız anlaşamadığımız birçok konu olmuştur. Bunlardan en önemlisi de faiz meselesidir. Faiz konusunda hiçbir zaman anlaşamadık kendisiyle. Çünkü faizin bizden ne denli götürüsü olduğunu hep kendilerine söylemişimdir. Uyulduğu zaman enflasyon nerelere kadar inmiştir. 4,6’ya kadar faiz düştü. Enflasyon da 7 civarındaydı. Hatırlayın ondan sonra bize hemen ciddi darbe olayı yapıldı. Bu darbe olayında da bir anda Taksim Gezi olaylarını yaşadık ve faizde, enflasyonda çift haneli rakamlara çıkmış olduk. Burada arkadaşlarımızın duruşları ciddi sıkıntılar oluşturdu. Bu sıkıntıları ben yaşadım, milletimiz yaşadı. Dolayısıyla da bu insanlar burada kalacak diye bir şey yok.
AK PARTİ’DEN AYRILAN İSİMLER…
Aynı şekilde Başbakanlık koltuğuna gelip oturan arkadaşlarımızın nereden nereye nasıl geldikleri malum. Cumhurbaşkanlığı makamına gelip oturanların nereden nereye nasıl geldikleri malum. Bütün bunlarla beraber, yola çıkarken her şey iyi, güzel ama Cumhurbaşkanlığı makamından ayrıldıktan sonra mensubu olduğu partisine üye dahi olmamıştır. Şimdi Ali Bey de hemen rahatlıkla istifasını vermiştir, hayırlısı olsun. Partimizden bu şekilde ayrılanlar daha önce de olmuştu. Hatta grup kuracak milletvekiliyle ayrılanlar olmuştu. Bu isimler kimlerdi diye sorsam acaba hatırlar mısınız? 17-18 kişi başkalarını da kattılar ve grubu kurdular. Olsa olsa bir Erkan Bey’i hatırlarsınız ama diğerlerini herhalde hatırlamazsınız. Aynı şekilde ondan sonra da yine ayrılanlar oldu. Mesela bir tanesi şu anda Sayın Kılıçdaroğlu ile beraber. Çok büyük bir aşkla ayrılmıştı, partisini kurmuştu. O da ayrıldı ama yürümedi, tutmadı. Bir başkası daha yine aynı şekilde ayrıldı, o da tutmadı. En sonunda tutmayınca Ordu’dan belediye başkanı adayı oldu. Ama Ordu’da bizim aday yaptığımız Hilmi Bey açık ara belediye başkanlığını aldı. Şimdi bu gerçekler ortada. Şunu çok ve açık samimi söylüyorum; bizim partimizin oturmuş, yerleşmiş bir altyapısı var. Ben Ali Bey’in kendisine de söyledim; ‘Yolunuz yolunuzdur eyvallah ama şunu unutmayın ki bu ümmeti parçalamaya hakkınız yok. Siz bunu yapıyorsunuz. Bunun parçalanmasıyla da bir yere gidemeyeceksiniz’ dedim. Şunu da söyledim, ‘Fazla da geç kalmayın’ dedim.
BABACAN’A, DAVUTOĞLU’NA, GÜL’E KIRGINLIĞINIZ VAR MI?
Bu soru sorulur mu Allah aşkına… Bunlara kırgınlık olmayacak da kime olacak? Bu tür yaklaşımların olmasıyla başlayan bir süreç… Ama biz baldıran zehrini içerek hep sabrettik ve aleyhte herhangi bir şey konuşmadık. Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. Bakın şu son belediye başkanlığı seçiminde İstanbul’da olanlar çıkıp da Binali Bey’le ilgili bir tane olumlu ifade kullanmadılar. Siz nefsinizle bir muhasebe yapın. ‘Bu kim? Benim arkadaşım. Bununla ilgili bir ufak ifade kullanmayayım mı? Daha önce yine mesela referandumda bakıyorsunuz hayır oyu kullandılar. Ama biz bir şey konuştuk mu? Konuşmadık. Herkesin yaptığı yanına. Başka hiçbir şey yok.
OLAĞANÜSTÜ KONGRE KARARI ÇIKAR MI?
Asla böyle bir şey söz konusu değil. Sipariş üzerine kongre yapılmaz. Olağanüstü kongreye gidecek şartların oluşması lazım. Bizim böyle bir kongreye gitmemiz için önce ilçe kongrelerinden başlarız, il kongreleri yaparız, ardından da büyük kongreye gideriz.
MERKEZ BANKASI BAŞKANI’NIN GÖREVDEN ALINMASI
Merkez Bankası ile ilgili attığımız adım yeni yönetim sisteminin cumhurbaşkanına vermiş olduğu bir yetkinin neticesidir. Çünkü Merkez Bankası Başkanı daha önce layüseldi, hiçbir şey soramazsınız, istediği gibi adım atar. Şimdi burada da yapı içerisinde Sayın Başkanın kendine has birçok tasarrufu olmuştur ve bu tasarruflar neticesinde de maalesef ağır bedeller ödendi. Bu artık bir yere kadar katlanılabilirdi, çekilmez oldu ve ondan sonra da bunu başta Hazine ve Maliye Bakanım olmak üzere arkadaşlarımızla değerlendirmemizi yaptık ve bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra da burada bir değişikliğe gitmenin faydalı olacağına inandık ve yine Merkez Bankasına yabancı olmayan, orada başkanvekili konumunda olan bir arkadaşımızı sektörün içerisinde olan, finans sektöründe olan bir arkadaşımızı bu göreve getirmiş olduk. Tabi Merkez Bankası özellikle de ekonominin finans ayağında en önemli kilit. Orayı tamamıyla biz revize edemezsek, orayı sağlam temellere bağlayamazsak orada ciddi sıkıntıları yaşamayla karşı karşıya kalabiliriz. İşte mali istikrar diyoruz, finans noktasındaki atılacak adımlardaki kararlılık diyoruz. Bütün bunlarla en önemli adım tabi para politikası meselesi. Para politikası noktasında hep Para Politikası Kurulu toplandığı zaman ‘Acaba buradan bu defa ne çıkacak?’ Bir diğer taraftan ayda bir toplanan Para Politikası Kurulu, beyefendinin zamanında biliyorsunuz senede 10 aya indirildi. Tabi bütün bunlar da niçin? Bunlar bize sorularak değil kendi kendine yapılmış şeyler. Bütün bunların yanında bir başka adım daha atıldı. Başkan yardımcılıkları yetmiyormuş gibi bir de genel direktörlükler adı altında direktörlükler oluşturuldu. En önemlisi piyasalara güven vermedi. Piyasalarla iletişimi iyi değildi. Tabi bunların hepsi oralarda başka sıkıntıları da meydana getirdi. Bundan dolayı artık böyle bir değişime gidilmesinin ülke ekonomisi için hayırlı olacağına inandık ve bu adımı attık.